http://lokantalarim.blogspot.com.tr/2014/05/fincan-burgazada.html
9. yüzyılda İstanbul’a gelen zamane gezginleri, tahmin edersiniz ki deniz yolunu kullanmışlar, bindikleri devasa yelkenliler ile Akdeniz limanları üzeriden salına salına Dersaadet’e gelmişler, İstanbul denen heybetli canavarın Üsküdar, Sarayburnu, Pera üçgeni arasındayken camilerin kurşuni kubbelerini, kiliselerin kulelerini, alt alta üst üste ahşap evlerin havasız üslubunu görüp hayret etmişler, nereye bakacaklarını şaşırmışlar, bir süre nefeslerini tutmuşlar, ardından, gemileri yanaşıp da şehre adım atınca, sokakları dolduran Türkler, Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar, Ruslar, Fransızlar ve Afrikalılar’ın yarattığı renk cümbüşü içinde kendilerinden geçmişler, kimileri büyük bir hayranlık duyarken, bazıları bu kaotik düzenin içinde boğulur gibi hissetmiş, ama neticede Nerval, Gautier, Lamartin, Amicis, hangisi olursa olsun, hayatlarında hiç görmedikleri bir şeyle karşılaştıklarını ifade etmekten çekinmemişlerdir. Bunların içinde, kentimiz hakkındaki en çarpıcı cümleler, bana kalırsa, Edmondo De Amicis’e aittir. Amicis şöyle der: “İstanbul Babil’dir, bir âlemdir, kâinatın yaratılmadan önceki karışıklığıdır. Güzel midir? Harikuladedir! Çirkin midir? Berbattır. Hoşunuza gider mi? Sarhoş eder. Orada yaşar mıydınız? Kim bilir! Bir yıldızda yaşayıp yaşayamayacağını kim söyleyebilir?” Hayat boyu yaşadığım kenti böyle anlatamayacağımı düşünerek yaptım bu alıntıyı sevgili dostlar. Peki tüm bu gezginlerin, İstanbul’a girerken ilk gördükleri nedir: Tabii ki Prens Adaları! O senelerde İstanbul’un gerdanlığı gibi dizilmiş bu takımadaları gözdüğünüzde, şehre girmiş sayardınız kendinizi. O koca yelkenlilerin güvertesine kurulmuş gezginler de, Payitaht’ın yaklaşmakta olduğunu Prens Adaları’nı gördüklerinde anlayıp büyük bir mutluluk ve heyecan duymuşlardı. Peki bu kadar kuşaktır bu kentin yerlisi olan bendeniz neden bu denli uzaktım adalara? Kendime bu soruyu sorduğumda hep aynı cevabı veriyorum: Ailemde adada yaşama kültürü olmadığı için büyük olasılıkla. Annem Beykozlu, babam Paşabahçeli; onlar için deniz kenarı hep Boğaz kenarı anlamına gelmişti belki de. Ada uzak bir şeydi, bize yabancıydı, bizim bir parçamız olmadı hiçbir zaman. Belki sırf bu yüzden ben de bu kadar az gördüm, tanıdım, gezdim adaları. Kırk senelik İstanbul çocuğunun adaları geç yaşlarında keşfetmesi ayıp bana kalırsa, ama hala keşfedilecek bir şeyler olması da bana kendimi iyi hissettiriyor.
Adaların içinde son dönemde en sık ziyaret ettiğim Burgazada. Burayı gerçekten seviyorum. Belki nispeten daha az oturanı bulunduğu ve Büyükada’ya göre daha sakin olduğu için, ya da belki Kalpazankaya gibi, seneler içinde arkadaşların tekneleri ile yanaşıp yemek yemeyi adet edindiğimiz bir yere sahip olduğu için, ya da belki de salt bizim lisenin orada bir arazisi olmasından ötürü çocukluğumda ilk ziyaret ettiğim ada olduğu için. Tamamen kişisel nedenlerden ötürü kalbimde ayrı bir yeri olan Burgaz’ın Kalpazankaya’daki enfes lokantasını daha önce burada anlatmaya çalıştım. Şimdi sıra, adanın öbür yakasında, iskele tarafında karşıma çıkan ve ziyaret etmekten büyük bir mutluluk duyduğum başka bir lokantasına geldi. Adı Fincan... İskeleden iner inmez karşınıza çıkan restaurant silsilesi içinde gözünüze çarpacaktır hemen. Ben ulaşım yolu olarak Mavi Marmara’yı tercih ediyorum Burgaz’a giderken. Mavi Marmara iskelesinden Fincan’a ulaşmak için sağa saparak elli metre kadar yürümeniz yeterli olacaktır. Mekan, Nisan ayının ortalarından itibaren her gün her saat açık. Kış ve ilkbahar dönemlerinde ise sadece haftasonlarında hizmet veriyor. Yanyana dizilmiş, balıkçı/meyhane işletmeleri içinde en küçüklerinden birisi diyebilirim. Ama çok şirin ve oturunca karşınıza Heybeliadayı alarak keyifle demlenebiliyorsunuz. Küçük tahta masaları ve mavi sandalyeleri de ayrı bir sıcaklık katmış Fincan’a. İnsanın hemen kurulup bir rakı yuvarlayası geliyor. Burada oturduğumda hem İstanbul’u görüp, yakında olduğunu bilip, hem de aynı zamanda bu kadar farklı bir atmosferde bulunduğumu fark ederek hayret ettim. Ücra bir sahil kasabasında, doğup büyüdüğüm yere çok uzaktaydım sanki. Oysa gerçekte sadece yarım saatlik bir mesafe vardı koca şehirle aramda.
Fincan’ın sahibi Rasim Sofuoğlu, 1986 senesinden beri hizmet veren lokantayı, Ermeni ve Rum usulü mezeleri eski tadıyla bulabileceğiniz, Burgazada'da denizin kıyısında iki büyük dükkanın arasına sıkışmış ufak ve şirin bir işletme olarak niteliyor. 40-50 kişilik dış mekan, 25-30 kişilik iç mekan kapasitesi ile hizmet veriyor. Rasim Sofuoğlu'nun dedesi adaya ilk yerleşenlerdenmiş, Rasim Bey de adada doğmuş, eski adayı yaşatmaya çalışanlardan biri olarak tanımlıyor kendini. Eşi Canan Hanım ise beslenme bölümü mezunu ve restoranın aşçılığını da üstlenmiş durumda. Ermeni usulü midye dolma ve Çerkes tavuğu Efe Rakının meze yarışmasında ödül almışlar. Bütün mezeler onun elinden çıkıyor. Gelip oturduğunuzda size bizzat hizmet ediyor, bol bol sohbet ediyor ve çok canayakın davranıyorlar. Özellikle Rasim Bey’in bitmeyen enerjisi ve espri yeteneği mekanın en önemli özelliği haline gelmiş durumda bana kalırsa. Orada bulunduğum sürede, bazı müdavimlerin sırf Rasim Bey ile sohbet etmek için ziyarete geldikleri hissine kapıldım desem yeridir.Yemekler çok çeşitli, ama benim size tavsiyem, akşamüstü, hava henüz kararmamış iken gidip otlu beyaz peynir eşliğinde bir duble rakı koymanız ve sessizce gelip geçene bakmanız. Sükunet ve huzur içinde, o peynirle rakının ağzınızın içinde halvet olmasına izin vererek dünyayı unutmanız. Kendinize ayırdığınız o birkaç dakika içinde yaşamın güzel bir şey olduğuna kanaat getirerek teknelerin önünüzden geçişini seyretmeniz. Sonra diğer mezeler, arasıcaklar ve balıklar şenlendirebilir masanızı. Neler mi var?
Otlu Penir, Zeytinyağlı Biber Dolma, Zeytinyağlı Çalı, Barbunya Pilaki, Şakşuka, Deniz Börülcesi, Deniz Fasulyesi, Kaya Koruğu, Semizotu Salatası, Patlıcan Salata, Selanik Patlıcan Salata, Pazı Salata, Fincan Meze, Çerkes Tavuğu, Girit Dolma, Balık Salata, Lakerda, Çiroz, Midye Dolma, Midyeli Pilav, Soyalı Uskumru, Levrek Simit, Tarama, Midye Pilaki, Kalamar Izgara, Kalamar Tava, Tereyağı Karides, Karides Güveç ,Karides Cips, Susamlı Karides, Balık Gözleme, Balık Köfte, Somon Köfte, Paçanga Böreği, Sigara Böreği, Kaşarlı Kroket, Kaşarlı Böreği, Patlıcan Tava, Kabak Tava, Peynir Sahanaki, Izgara Hellim Peyniri , Kızarmış Feta Peyniri... ve daha niceleri.
Bendeniz meyhanelerin mihenk taşı olduğuna inandığım patlıcan salatasından sipariş ettim, gayet lezzetliydi. Közün tadı damağımda kaldı. Yoğurtlu semizotu ve tarama söyledim, özellikle tarama gerçekten çok güzeldi. Benim için taramaların şahı Cavit’in yaptığıdır, bunu defalarca yazdım, yine de, burada mideye indirdiğim tarama, tam “eski usül” yapılmış, babaannemin evinde yaptığı türden, eski İstanbul mezesi tarzında, hafif kıvamlı, balığın varlığını insanın içinde hissettiren bir mezeydi. Somon rulosu içinde krem peynirli, sushivari bir meze geldi, ismini bilemediğim için tarif etmeye çabaladım. Gayet güzeldi. Soyalı uskumru, sigara böreği, kalamar tava, kabak tava ve paçanganın tadına baktıktan sonra kapanışı karides güveç ile yaptım. Karides güveç tam şamadıralıktı. Sigara böreği ise son kertede hafif ve lezzetliydi. Gerçekte tıkabasa yememe karşın kendimi hiç rahatsız hissetmedim. Tüm saydığım yemeklerdeki malzemelerin taze olduğunu ve Canan Hanım’ın elinden çıktığını ayrıca vurgulamam gerekiyor.
Fincan, bana kalırsa Kalpazankaya ile birlikte, yeme içme kültürü konusunda Burgazada’nın iki önemli değerinden birisi. Sizde bir şehrin ezici keşmekeşinden kaçıp soluğu adada aldğınızda ziyaret etmelisiniz mutlaka. Geçici de olsa yenilenmiş ve huzurlu olarak döneceksiniz şehre.
-----12 May, 2014-----
http://lokantalarim.blogspot.com.tr/2014/05/fincan-burgazada.html
19. yüzyilda Istanbul'a gelen zamane gezginleri, tahmin edersiniz ki deniz yolunu kullanmislar, bindikleri devasa yelkenliler ile Akdeniz limanlari üzeriden salina salina Dersaadet'e gelmisler, Istanbul denen heybetli canavarin Üsküdar, Sarayburnu, Pera üçgeni arasindayken camilerin kursuni kubbelerini, kiliselerin kulelerini, alt alta üst üste ahsap evlerin havasiz üslubunu görüp hayret etmisler, nereye bakacaklarini sasirmislar, bir süre nefeslerini tutmuslar, ardindan, gemileri yanasip da sehre adim atinca, sokaklari dolduran Türkler, Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar, Ruslar, Fransizlar ve Afrikalilar'in yarattigi renk cümbüsü içinde kendilerinden geçmisler, kimileri büyük bir hayranlik duyarken, bazilari bu kaotik düzenin içinde bogulur gibi hissetmis, ama neticede Nerval, Gautier, Lamartin, Amicis, hangisi olursa olsun, hayatlarinda hiç görmedikleri bir seyle karsilastiklarini ifade etmekten çekinmemislerdir. Bunlarin içinde, kentimiz hakkindaki en çarpici cümleler, bana kalirsa, Edmondo De Amicis'e aittir. Amicis söyle der: 'Istanbul Babil'dir, bir âlemdir, kâinatin yaratilmadan önceki karisikligidir. Güzel midir? Harikuladedir! Çirkin midir? Berbattir. Hosunuza gider mi? Sarhos eder. Orada yasar miydiniz? Kim bilir! Bir yildizda yasayip yasayamayacagini kim söyleyebilir?? Hayat boyu yasadigim kenti böyle anlatamayacagimi düsünerek yaptim bu alintiyi sevgili dostlar. Peki tüm bu gezginlerin, Istanbul?a girerken ilk gördükleri nedir: Tabii ki Prens Adalari! O senelerde Istanbul'un gerdanligi gibi dizilmis bu takimadalari gözdügünüzde, sehre girmis sayardiniz kendinizi. O koca yelkenlilerin güvertesine kurulmus gezginler de, Payitaht'in yaklasmakta oldugunu Prens Adalari'ni gördüklerinde anlayip büyük bir mutluluk ve heyecan duymuslardi. Peki bu kadar kusaktir bu kentin yerlisi olan bendeniz neden bu denli uzaktim adalara? Kendime bu soruyu sordugumda hep ayni cevabi veriyorum: Ailemde adada yasama kültürü olmadigi için büyük olasilikla. Annem Beykozlu, babam Pasabahçeli; onlar için deniz kenari hep Bogaz kenari anlamina gelmisti belki de. Ada uzak bir seydi, bize yabanciydi, bizim bir parçamiz olmadi hiçbir zaman. Belki sirf bu yüzden ben de bu kadar az gördüm, tanidim, gezdim adalari. Kirk senelik Istanbul çocugunun adalari geç yaslarinda kesfetmesi ayip bana kalirsa, ama hala kesfedilecek bir seyler olmasi da bana kendimi iyi hissettiriyor.
Adalarin içinde son dönemde en sik ziyaret ettigim Burgazada. Burayi gerçekten seviyorum. Belki nispeten daha az oturani bulundugu ve Büyükada'ya göre daha sakin oldugu için, ya da belki Kalpazankaya gibi, seneler içinde arkadaslarin tekneleri ile yanasip yemek yemeyi adet edindigimiz bir yere sahip oldugu için, ya da belki de salt bizim lisenin orada bir arazisi olmasindan ötürü çocuklugumda ilk ziyaret ettigim ada oldugu için. Tamamen kisisel nedenlerden ötürü kalbimde ayri bir yeri olan Burgaz'in Kalpazankaya'daki enfes lokantasini daha önce burada anlatmaya çalistim. Simdi sira, adanin öbür yakasinda, iskele tarafinda karsima çikan ve ziyaret etmekten büyük bir mutluluk duydugum baska bir lokantasina geldi. Adi Fincan... Iskeleden iner inmez karsiniza çikan restaurant silsilesi içinde gözünüze çarpacaktir hemen. Ben ulasim yolu olarak Mavi Marmara'yi tercih ediyorum Burgaz'a giderken. Mavi Marmara iskelesinden Fincan'a ulasmak için saga saparak elli metre kadar yürümeniz yeterli olacaktir. Mekan, Nisan ayinin ortalarindan itibaren her gün her saat açik. Kis ve ilkbahar dönemlerinde ise sadece haftasonlarinda hizmet veriyor. Yanyana dizilmis, balikçi/meyhane isletmeleri içinde en küçüklerinden birisi diyebilirim. Ama çok sirin ve oturunca karsiniza Heybeliadayi alarak keyifle demlenebiliyorsunuz. Küçük tahta masalari ve mavi sandalyeleri de ayri bir sicaklik katmis Fincan'a. Insanin hemen kurulup bir raki yuvarlayasi geliyor. Burada oturdugumda hem Istanbul?u görüp, yakinda oldugunu bilip, hem de ayni zamanda bu kadar farkli bir atmosferde bulundugumu fark ederek hayret ettim. Ücra bir sahil kasabasinda, dogup büyüdügüm yere çok uzaktaydim sanki. Oysa gerçekte sadece yarim saatlik bir mesafe vardi koca sehirle aramda.
Fincan'in sahibi Rasim Sofuoglu, 1986 senesinden beri hizmet veren lokantayi, Ermeni ve Rum usulü mezeleri eski tadiyla bulabileceginiz, Burgazada'da denizin kiyisinda iki büyük dükkanin arasina sikismis ufak ve sirin bir isletme olarak niteliyor. 40-50 kisilik dis mekan, 25-30 kisilik iç mekan kapasitesi ile hizmet veriyor. Rasim Sofuoglu'nun dedesi adaya ilk yerlesenlerdenmis, Rasim Bey de adada dogmus, eski adayi yasatmaya çalisanlardan biri olarak tanimliyor kendini. Esi Canan Hanim ise beslenme bölümü mezunu ve restoranin asçiligini da üstlenmis durumda. Ermeni usulü midye dolma ve Çerkes tavugu Efe Rakinin meze yarismasinda ödül almislar. Bütün mezeler onun elinden çikiyor. Gelip oturdugunuzda size bizzat hizmet ediyor, bol bol sohbet ediyor ve çok canayakin davraniyorlar. Özellikle Rasim Bey'in bitmeyen enerjisi ve espri yetenegi mekanin en önemli özelligi haline gelmis durumda bana kalirsa. Orada bulundugum sürede, bazi müdavimlerin sirf Rasim Bey ile sohbet etmek için ziyarete geldikleri hissine kapildim desem yeridir.Yemekler çok çesitli, ama benim size tavsiyem, aksamüstü, hava henüz kararmamis iken gidip otlu beyaz peynir esliginde bir duble raki koymaniz ve sessizce gelip geçene bakmaniz. Sükunet ve huzur içinde, o peynirle rakinin agzinizin içinde halvet olmasina izin vererek dünyayi unutmaniz. Kendinize ayirdiginiz o birkaç dakika içinde yasamin güzel bir sey olduguna kanaat getirerek teknelerin önünüzden geçisini seyretmeniz. Sonra diger mezeler, arasicaklar ve baliklar senlendirebilir masanizi. Neler mi var?
Otlu Penir, Zeytinyagli Biber Dolma, Zeytinyagli Çali, Barbunya Pilaki, Saksuka, Deniz Börülcesi, Deniz Fasulyesi, Kaya Korugu, Semizotu Salatasi, Patlican Salata, Selanik Patlican Salata, Pazi Salata, Fincan Meze, Çerkes Tavugu, Girit Dolma, Balik Salata, Lakerda, Çiroz, Midye Dolma, Midyeli Pilav, Soyali Uskumru, Levrek Simit, Tarama, Midye Pilaki, Kalamar Izgara, Kalamar Tava, Tereyagi Karides, Karides Güveç ,Karides Cips, Susamli Karides, Balik Gözleme, Balik Köfte, Somon Köfte, Paçanga Böregi, Sigara Böregi, Kasarli Kroket, Kasarli Böregi, Patlican Tava, Kabak Tava, Peynir Sahanaki, Izgara Hellim Peyniri , Kizarmis Feta Peyniri... ve daha niceleri.
Bendeniz meyhanelerin mihenk tasi olduguna inandigim patlican salatasindan siparis ettim, gayet lezzetliydi. Közün tadi damagimda kaldi. Yogurtlu semizotu ve tarama söyledim, özellikle tarama gerçekten çok güzeldi. Benim için taramalarin sahi Cavit'in yaptigidir, bunu defalarca yazdim, yine de, burada mideye indirdigim tarama, tam 'eski usül' yapilmis, babaannemin evinde yaptigi türden, eski Istanbul mezesi tarzinda, hafif kivamli, baligin varligini insanin içinde hissettiren bir mezeydi. Somon rulosu içinde krem peynirli, sushivari bir meze geldi, ismini bilemedigim için tarif etmeye çabaladim. Gayet güzeldi. Soyali uskumru, sigara böregi, kalamar tava, kabak tava ve paçanganin tadina baktiktan sonra kapanisi karides güveç ile yaptim. Karides güveç tam samadiralikti. Sigara böregi ise son kertede hafif ve lezzetliydi. Gerçekte tikabasa yememe karsin kendimi hiç rahatsiz hissetmedim. Tüm saydigim yemeklerdeki malzemelerin taze oldugunu ve Canan Hanim'in elinden çiktigini ayrica vurgulamam gerekiyor.
Fincan, bana kalirsa Kalpazankaya ile birlikte, yeme içme kültürü konusunda Burgazada'nin iki önemli degerinden birisi. Sizde bir sehrin ezici kesmekesinden kaçip solugu adada aldginizda ziyaret etmelisiniz mutlaka. Geçici de olsa yenilenmis ve huzurlu olarak döneceksiniz sehre.
Fincan Cafe Restaurant
Gezinti Caddesi No: 6
Burgazada Istanbul Turkey
Tel: 0216 381 13 50
GSM: 0533 958 75 23
GSM: 0532 512 68 21
Email: rasim@burgazadafincancafe.com
An error has occurred! Please try again in a few minutes